Yerel Yönetimlerde Özerklik, Katılım ve Stratejik Yönetim

Yerel yönetim birimlerini demokrasinin beşiği haline getirmeyi ve ülkemizde de gelişmiş demokratik ülkelerde olduğu gibi yüksek standartlı yönetim biçimlerini uygulamayı amaçlayan stratejik yönetimi, özerklik ve katılımın öngördüğü koşullardan ayrı bir yerde tutmamız mümkün değildir. Ülkemizin taraf olduğu Avrupa Konseyinin “Yerel Yönetimlerde Özerklik Şartı”na göre, artık merkezi yönetimden bağımsız olarak yerel yönetimlerin serbest karar alması ve uygulaması ile yerel düzeyde halkın katılımının sağlanması imkân ve kuralları getirilmektedir.

21 Kasım 1988’de Türkiye tarafından imzalanıp, 1 Nisan 1993 tarihinde yürürlüğe giren “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartnamesi” ile yerel yönetimlerin etkin şekilde karar almaları ve belde çıkarlarını daha iyi korumaları amaçlanmaktadır. Bunun için ise ülkemizde öncelikle yapılması gereken düzenleme şüphesiz ki yerel yönetim birimleri olarak özellikle belediyeleri, siyasi etkilerden uzakta tutmak ve daha sonra merkezi yönetimin idari vesayet denetimi altında gerçekleştirdiği faaliyetlerini en aza indirgemek yolunda olacaktır. Böylece ülke genelindeki yerel yönetim birimlerinde uygulamaya konulan ve esasında kaynakların verimli kullanımı ile daha kaliteli ve hızlı hizmet sunumunu gerçekleştirmeyi amaçlayan, bununla birlikte yerel düzeyde yönetime katılım oranını daha çok artırmayı prensip haline getiren stratejik yönetim anlayışının gelişimi için de büyük bir ilerleme sağlanmış olacaktır.

Ülkemizde son yıllarda stratejik yönetim anlayışının uygulamaya konulmasıyla birlikte yerel yönetimlerle ilgili olarak çıkarılan yeni yasalar ve katılımın sağlanması amacıyla oluşturulan kent konseyi gibi uygulamalar genel olarak maalesef neoliberal iktisadi anlayışı meşrulaştıran araçlar olmaktan ileri gidememektedirler. Neoliberal katılım anlayışında ise, birer müşteri ya da tüketici olarak algılanan bireyler toplumsal görev ve sorumlulukları çevresinde değil, kişisel çıkarlarını artırma amacıyla yönetime katılmaya teşvik edilmektedirler.

Bu tarzda bir yönetim anlayışı yerine çoğulcu yönetimin daha gerçekleştirilebilir olmasının sağlanmasına yönelik olarak yapılan uygulamaların yetersiz kalması nedeniyle, Türkiye’ye katılım konusundaki öneri ya da telkinler Dünya Bankası dışında, özellikle Birleşmiş Milletler Kalkınma Programınca desteklenen yerel gündem 21, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi’nden gelmektedir. 1992 yılında toplanan Rio Konferansı’na yönelik olarak oluşturulan Ulusal Programları çerçevesinde hayata geçirilen Yerel Gündem 21, sürdürülebilir insan yaşamı ve sağlıklı bir çevre oluşturma ilkesi doğrultusunda yerel düzeyde katılımı teşvik etmektedir. Türkiye’de, Birleşmiş Milletler desteği ile yerel düzeyde Yerel Gündem 21 oluşumları kurulmuştur. 1995 yılından beri yürürlükte olan Yerel Gündem 21 uygulamasının temel amacı, merkezi ve yerel yönetimler ile sivil toplum kuruluşlarının birlikte ‘yerleşim sorunlarına’ çözümler üretmesi ve bu amaçla toplumun tüm kesimleriyle işbirliğinin sağlanmasıdır.

Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’ye yönelik hazırladığı katılım ortaklığı ve ilerleme raporlarında da katılıma sıklıkla atıfta bulunulmaktadır. Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı’nın idarenin kuruluş ve işleyişinin temel ilkelerini açıklayan dördüncü maddesinin (a) bendinde, “kamu hizmetlerinin yerine getirilmesinde sürekli gelişim, katılımcılık, saydamlık, hesap verebilirlik, öngörülebilirlik, yerindelik, beyana güven, hizmetlerin sonucuna ve hizmetten yararlananların ihtiyacına odaklılığın esas olduğu” vurgulanmaktadır. Böylece öngörülen reform sürecinin, “Türk Kamu Yönetimini, AB’de olduğu gibi, temel prensipler ışığında yeniden şekillendirmeyi hedeflediği” kanıtlanmak istenilmektedir.

2007-2013 dönemine ilişkin uluslararası gelişmeler dikkate alınarak hazırlanan Dokuzuncu Kalkınma Planının vizyonu, “istikrar içinde büyüyen, gelirini daha adil paylaşan, küresel ölçekte rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüşen ve AB’ye üyelik için uyum sürecini tamamlamış bir Türkiye” olarak belirlenmiştir. Bu vizyona ulaşılırken alınacak temel ilkeler arasında “toplumsal diyalog ve katılımcılığın güçlendirilerek, toplumsal katkı ve sahiplenmenin sağlanması” ile “kamusal hizmet sunumunda; şeffaflık, hesap verebilirlik, katılımcılık, verimlilik ve vatandaş memnuniyetinin esas alınması bulunmaktadır. Yerel yönetim yasaları, AB ve Dünya Bankası’nın önerileri doğrultusunda şekillenen kalkınma planı ve hükümet programı çerçevesinde yürürlüğe girmiştir. Bu yasaların uygulamada toplumsal diyalog, toplumsal katkı, hesap verebilirlik, vatandaş memnuniyeti gibi iddialı hedefleri ne ölçüde gerçekleştirdikleri, Belediye Yasası’na dayanılarak çıkartılan Kent Konseyleri örneğinde incelenebilir. Ancak bununla beraber 5393 sayılı Belediye Kanunu ile oluşan kent konseylerinden önce de belediyeler yine kent meclisi, kent senatosu, vb. isimlerle yerel halkın karar-almaya katılımını sağlayıcı mekanizmalar yaratmışlardır. Bu açıdan, çıkarılmış olan bu yeni belediye yasası da bazı kentlerde var olan uygulamanın yaygınlaştırılmasını yasal zorunluluk haline getirmenin ötesinde bir başka yenilik getirmemiştir. Bu nedenle yerel yönetim birimlerinde katılımın statik değil hareketli bir süreç içinde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bunun için ise stratejik yönetimin öngördüğü özerklik ve katılımı daha etkin kılacak yerel yönetim birimlerine ihtiyaç bulunmaktadır.

Halkın yönetime katılımında genel olarak üç aşamadan söz edilebilir. Bunlardan ilki bütçe kullanımına katılımdır. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartnamesi’ne göre, yerel yönetimlere yetki ve görev alanındaki ölçütler belirtilerek verilen görevin önemiyle orantılı gelir kaynaklarının sağlanması gerekmektedir. Ancak bu aşamada kamu finansmanının doğru ve verimli kullanılabilmesi açısından halkın yerel yönetim bütçesinin kullanılmasına ilişkin karar verici aşamalarda doğrudan ve temsili olarak yer alması oldukça büyük önem taşımaktadır. Kentte yapılacak yatırımların nasıl ve ne şekilde hangi öncelikler üzerinden yapılmasını sağlayan mahalle toplantıları, mahalle muhtarları toplantıları, semt toplantıları, temalı kent kurultayları, mahalle meclisleri, anket v.b gibi çok araçlı süreçlerin belirli aralıklarla uygulanması gerekmektedir. Halkın yönetime etkin katılımını sağlayan ikinci aşama, bilginin üretimi ve planlanması aşamasıdır. Bütçe kullanımı sürecinde belirlenen sorunlar ve öncelikler

çerçevesinde, ilgili meslek disiplinleri, üniversite temsilcilerinin de katılımı ile bilimsel veriler, toplumsal öncelikler ve kamu yararı gözetilerek ele alınması gerekmektedir. Yine bu aşamada yapılacak bilgilendirme toplantıları, teknik inceleme gezileri, referandum, sokak performansları gibi araçlar görüşlerin alınmasında etkin rol oynayacaktır.

Yönetime katılımdaki üçüncü aşama uygulama ve denetim aşamasıdır. Planlama ve uygulama süreçlerinin şeffaflığı ve kontrol edilebilirliği için kalıcı bir takım denetim organizasyonlarının oluşturulması gerekmektedir. Bu denetim mekanizmaları ise belediye yönetimleri, ilgili meslek disiplinleri, mahalle ve semt temsilcilerinden oluşturulacak ve daha sonra halk katılımının sağlanacağı, geniş katılımlı toplantılarla birlikte referandum yoluyla yönetimin şeffaflığı da sağlanacaktır.

 

Spread the love

Bir yanıt yazın